Montaigne - Alışkanlık Üzerine


ALIŞKANLIK
Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikayeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...
Bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir. Çocuk bir tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde bırakır; anası da ona bakıp eğlenir. Kimi baba da, oğlunun savunmasız bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak sevinir. Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları, kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında, alabildiğine büyüyüp gelişirler. Bu kötü yönsemeleri yaşın küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir eğitim yoludur. Önce şu bakımdan ki, çocukta doğa egemendir ve doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür; sonra da, hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki: Ha altın çalmışsın, ha bir iğne. «İğne çaldı, ama altın çalmak aklına bile gelmez» diyenlere benim diyeceğim şudur: «İğneyi çaldıktan sonra niçin altını da çalmasın?» (Kitap 1, bölüm 23)
Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar: Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi. (Kitap 3, bölüm 12) 

Montaigne - Paris Hakında



PARİS
Fransa'ya ne kadar kızsam Paris'e kötü gözle bakamam; çocukluğumdan beri yüreğim ona bağlıdır. O, benim içimde en güzel şeylerle bir aradadır: Sonradan başka güzel şehirler gördükçe onun güzelliğine daha derin bir sevgiyle bağlandım. Paris'i yalnız kendisi için seviyorum; yabancı süslere boğulmuş olarak değil, kendi haliyle seviyorum; kusurlu, belalı taraflarına varıncaya kadar her şeyi ile ve candan seviyorum. Beni Fransız yapan yalnız bu büyük şehirdir; halkıyla büyük, dünyadaki yeriyle büyük, hele türlü türlü rahatlıklarıyla büyük ve eşsiz olan, Fransa'nın onuru ve dünyanın en soylu ziynetlerinden biri sayılan bu şehirdir. Allah onu çatışmalarınızdan korusun. Toplu ve birleşik olduğu sürece, her kuvvete karşı koyabileceğinden eminim; şunu bilelim ki, bütün partilerin en kötüsü, onu karışıklığa sürükleyecek parti olacaktır. Paris için beni korkutan yalnız kendisidir; ve onun için korktuğum kadar, doğrusu, bu devletin hiçbir parçası için korkmam.
 (Kitap 3, bölüm
9)

ÇEVİRİ
Jacques Amyot'ya (İlk ve büyük Fransız çeviricilerinden (1513- 1593) bizim Fransız yazarları arasında en onurlu yeri vermekte
haks
ız olmadığımı sanıyorum. Yalnız anlatımının doğallığı ve temizliği (ki bunda bütün ötekileri aşar), bu kadar uzun bir iş üzerinde dayanışı, böyle çetrefil ve çetin bir yazarı büyük bir başarıyla çevirecek kadar derin bilgisi için değil (büyük bir başarıyla diyorum, çünkü kim ne derse desin, hiç Yunanca bilmememe karşın, çevirinin her yerinde anlamın pek düzgün ve tutarlı olduğunu görüyorum, o kadar ki, ya yazarın düşüncesini tam anlamış yahut da uzun bir uğraştan sonra Plutarkhos'un ruhunu toptan bir kavrayışla kendi ruhuna aşılamış ve böylece ona hiç değilse aykırı ve birbirini tutmayan düşünceler söyletmemiştir); Amyot'ya en çok şunun için minnet borcu duyuyorum ki, ülkesine hediye etmek üzere bu kadar değerli ve yararlı bir kitabı (Plutarkhos'un «Ünlü Adamlar»ı.) arayıp bulmuş. Bu kitap bizi içinde bulunduğumuz çamurdan çıkarmasaydı biz cahillerin hali haraptı: Onun sayesinde bugün konuşmaya ve yazmaya cüret edebiliyoruz; kadınlar onu okuduktan sonra kocalarına ders veriyorlar: Hepimizin başucu kitabı oldu. 
(Kitap 2, bölüm 20) 

Montaigne - Devrim



DEVRİM

Bir devleti hiçbir şey yenilik kadar rahatsız etmez: Değişiklik hep kötülüğe ve zorbalığa yol açar. Bir tek parça bozulunca düzeltilebilir: Her şeyin özündeki bozulma ve çürüme eğiliminin bizi ilkelerimizden uzaklaştırmasına da karşı koyabiliriz; ama koca toplumu yeniden kalıba dökmeye, bu kadar büyük bir yapının temellerini değiştirmeye kalkmak, düzeltecek yerde silip süpürmek, ufak tefek kusurları toptan bir kargaşalıkla düzeltmek, hastalıkları ölümle iyi etmek, «Devlet değiştirmekten çok yıkmak isteyen» (Cicero) kimselerin işidir.

Dünyanın birden düzeleceği yoktur; ama insan kendini sıkan şey karşısında o kadar sabırsızdır ki, her ne pahasına olursa olsun ondan kurtulmak ister. Binlerce örnek de gösteriyor ki dünya böyle çabuk iyileşme aramaktan hep zarar görür: Durumunda genel bir iyileşme olmadıkça, bir an dertten kurtulması iyileşmesi demek değildir. (Kitap 3, bölüm 9) 

Montaigne - Gerçek Nedenler



GERÇEK NEDENLER
Kolayca doğrulanabilir ki, büyük yazarlar, olayların nedenleri üstüne yazarken, yalnız en doğru bildikleriyle yetinmez, bir ince buluş, bir güzellik getirmek koşuluyla, inanmadıklarını da yazarlar. Bir şeyi ustaca söylediler mi, yeterince doğru ve yararlı söz etmiş olurlar. Asıl
neden hangisidir, kesinlikle bilemeyiz; birkaçını biraraya getirir bakarız, doğru olan bunlardan biri midir diye:
Namque unam dicere causam
Non satis est, verum plures unde una tamen sit. (Lucretius)
Bir tek neden göstermek yetmez; Birkaçını vermeli, bir teki doğru da olsa.
Hapşıranlara sağlık dilemek adetinin nereden geldiğini
sorar m
ısınız bana? Biz insanlar üç türlü yel çıkarırız: Altımızdan çıkan pek pistir, ağzımızdan çıkan bir oburluk belirtisi sayılır üçüncüsü hapşırmadır, baştan geldiği ve ayıp yanı olmadığı için hoş yüzle karşılarız onu böyle. Gülmeyin bu ince buluşa: Aristoteles'indir derler.
Plutarkhos'ta okudum sanıyorum: Tanıdığım bütün yazarlar arasında sanatı doğaya, düşünceyi bilime en iyi katmış olanıdır Plutarkhos. Deniz yolcularındaki mide bulanmasının nedeni üstünde dururken bunun korkudan ileri geldiğini, korkunun böyle bir sonuç verebileceğine kanıtlar olduğunu söylüyordu. Deniz beni de pek tutar, ama bunun bende korkudan gelmediğini biliyorum; akıl yoluyla değil deneme yoluyla biliyorum bunu. Başkalarından duyduklarım bir yana, hayvanların, özellikle domuzların da başına geliyor, hiçbir tehlikeden kuşkulanmadıkları zaman. Bir tanıdığım da şunu anlattı bana: Kendisini deniz pek tuttuğu halde, birkaç kez büyük fırtınalarda duyduğu korkudan mide bulantısı geçivermiş. Seneca'nın: Tehlikeyi düşünemeyecek kadar hastaydım, dediği gibi. Su üstünde hiç korktuğum olmamıştır, başka yerlerde de olmadığı gibi: Karşılaştığım nice tehlikeler, ölümün ta kendisi bile aklımı başımdan alıp allak bullak etmemiştir beni.
Korku bazen kafasızlıktan gelir, yüreksizlikten de geldiği gibi. Karşılaştığım bütün tehlikelerde gözlerim açık, kafam işlek, sapasağlam kalmıştır. Kaldı ki bir şeyden kaçınma da yürek ister insanda. Korkusuzluk işime yaramıştır eskiden, başka zararları yanında, kaçışıma çeki düzen vermek için. Kaçarken ürkeklik duymadım diyemem, ama şaşkınlığa, büyük korkulara da kapılmadım. Heyecanlıydım, ama aklım başımdan gitmemişti. Büyük ruhlar daha da ileri gider, kaçışlarında sakin, telaşsız olmakla kalmaz, gururlarını da yitirmezler. Alkibiades, silah arkadaşı Sokrates'in nasıl kaçtığını anlatır: Onu, der, ordumuzun arkasında, Lakhes'le birlikte en son kaçanlar arasında buldum. Rahatça, korkusuzca, seyrettim onu; çünkü altımda iyi bir at vardı; o ise yayaydı ve yaya olarak savaşmıştı. İlk gözüme çarpan, Lakhes'den daha temkinli ve kararlı görünmesi oldu. Her zamanki gibi meydan okurca yürüyordu. Çevresinde olup bitenleri izleyen, ölçüp biçen bakışları güvenli ve düzenliydi. Bir dostlara bir düşmanlara bakarken, dostları yüreklendirmek, düşmanlara da, üstüne gelecek olana kanını pahalıya ödeteceğini
anlatmak ister gibiydi. Kurtuldular, çünkü böylelerine pek saldırmaz düşman, korkanların ardına düşer.
Bu büyük komutanın anlattığı, bizim de her gün yaşadığımız bir şeyi öğretiyor bize: Tehlikelerden kaçınmakta aşırı telaşa düşmek kendimizi tehlikenin kucağına atmanın en kestirme yoludur.
Quo timoris mirıusest, eo minus femıe periculi est. (Titus-Livius) Ne kadar az korkarsak o kadar az tehlikedeyiz. 
(Kitap 3, bölüm 6) 

Montaigne - Yalnızlık


DIRDIRCILAR
Mızmız, dırdırcı insanları hiç sevmem; bu adamlar yaşamanın sevinçlerine yan çizer, dertlere can atar, dertlerle kaynaşırlar: Sinekler gibi, cilalı pırıl pırıl yerlerde tutunamaz, pürtüklü, pürüzlü yerlere abanır, oralarda rahat ederler; ya da sülükler gibi kara kan içer, kanla beslenirler. (Kitap 3, bölüm 5)
Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi gerekir. (Kitap 1, bölüm 25)

YALNIZLIK
Yalnız yaşamanın bir tek amacı vardır sanıyorum; o da daha başıboş, daha rahat yaşamak. Fakat her zaman, buna hangi yoldan varacağımızı pek bilmiyoruz. Çok kez insan dünya işlerini bıraktığını sanır; oysaki bu işlerin yolunu değiştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Bir aileyi yönetmek bir devleti yönetmekten hiç de kolay değildir. Ruh nerde bunalırsa bunalsın, hep aynı ruhtur; ev işlerinin az önemli olmaları, daha az yorucu olmalarını gerektirmez. Bundan başka, saraydan ve pazardan el çekmekle hayatımızın baş kaygılarından kurtulmuş
olmuyoruz.
Ratio et prudentia curas,
Non locus effusi late maris arbiter, aufert. (Horatlus)
Dertlerimizi avutan akıl ve hikmettir,
O engin denizlerin ötesindeki yerler değil
Ülke değiştirmekle kıskançlık, cimrilik, kararsızlık, korku, tutku bizi bırakmaz.
Et post equitem sade atra cura. (Horatius)
Ve keder, atımızın terkisine binip gelir.
Onlar manastırlarda, medreselerde bile peşimizi bırakmazlar. Bizi onlardan ne çöller kurtarabilir, ne mağaralar, ne de bedenimize ettiğimiz işkenceler
Haeret lateri letalis arundo. (Virgilius)
Öldürücü yara bağrımızda kalır.
Sokrates'e birisi için, seyahat onu hiç değiştirmedi, demişler. O da: Çok doğal, çünkü kendisini de beraber götürmüştür, demiş.
Quid terras alio calentes
Sole mutamus? patria quis exul
Se quoque fugit? (Horatius)
Niçin ba
şka güneş başka toprak ararsın? Yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın?
İnsan önce içindeki sıkıntıyı dağıtmazsa yer değiştirmek daha fazla bunaltır onu: Nasıl ki yerine oturmuş yükler daha az engel olur geminin gidişine. Bir hastaya iyilikten çok kötülük edersiniz yerini değiştirmekle. Hastalığı azdırırsınız kımıldatmakla, nasıl ki kazıklar daha derine gidip sağlamlaşır sarsıp sallamakla. Onun için kalabalıktan kaçmak yetmez, bir yerden başka bir yere gitmekle iş bitmez: İçimizdeki kalabalık hallerimizden kurtulmamız, kendimizi kendimizden koparmamız gerek
Rupi jam vincula dicas;
Nam luctata canis nodum arripit; attemen illi,

Cum fugit, a collo trahitur pars longa catenae. (Persius) Kırdım diyorsun zincirlerini;
Evet, köpek de çeker kopar
ır zincirini,
Kaçar o da, ama halkalar
ı boynunda taşıyarak
Zincirlerimizi götürürüz kendimizle birlikte; tam bir özgürlük değildir kavuştuğumuz; döner döner bakarız bırakıp gittiğimize; onunla dolu kalır düşlerimiz.
Nisi purgatum est pectus, quae prelia nobis
Atque pericula tonc ingratis insinuandum?
Quantae conscindunt hominem cuppedinis acres Sollicitum curae, quantique perinde timores?
Quidve superbia spurcita, ac petulantia, quantas Efficiunt clades? Quid luxus desidiesque? (Lucretius)
İçi arınmamışsa, neler bekler insanı,
Kendi kendisiyle ne savaşlar eder boşuna!
Tutkuları içinde ne kemirici kaygılar.
Ne korkular içinde kıvranır insan!
Ne çöküntüler yapar bizde gurur, şehvet,
Öfke, gevşeklik ve tembellik!
Kötülüğümüz içimizde bizim; içimizse kurtulamıyor kendi kendisinden.
In culpa est animus qui se non efiugit unquam. (Horatius)
Ruhun derdi içinde ve kaçamaz kendi kendinden.
İnsanın, olanak varsa karısı, çocuğu, parası ve hele sağlığı olmalı, ama mutluluğunu yalnız bunlara bağlamamalı. Kendimize dükkanın arkasında, yalnız bizim için bağımsız bir köşe ayırıp orada gerçek özgürlüğümüzü, kendi sultanlığımızı kurmalıyız. Orada, yabancı hiçbir konuğa yer vermeksizin kendi kendimizle her gün başbaşa verip dertleşmeliyiz; karımız, çocuğumuz, servetimiz, adamlarımız yokmuş
gibi konuşup gülmeliyiz. Öyle ki, hepsini yitirmek felaketine uğrayınca onlarsız yaşamak bizim için yeni bir şey olmasın. Kendi içine çevrilebilen bir ruhumuz var; kendi kendine yoldaş olabilir; kendi kendisiyle, çekiş dövüş, alışveriş edebilir. Yalnız kalınca sıkılır, ne yapacağımızı bilmez oluruz diye korkmamalıyız.
In solis sis tibi turba locis (Tibulhıs)
Issız yerlerde kendin için bir evren ol
Erdem, der Antishenes, kendi kendisiyle yetinir; ne kurallara baş vurur, ne laflara, ne gösterişlere.
Yapmaya alıştırıldığımız işlerden binde biri bile kendimizle doğrudan doğruya ilgili değil. Bakarsınız bir adam canını dişine takmış, kurşun yağmuru altında, yıkık bir kale duvarına tırmanıyor bütün hıncıyla; bir başkası, karşı tarafta, kan revan içinde, aç susuz savunuyor o kaleyi ölesiye: Kendileri için mi gösteriyorlar bu yararlığı? Uğrunda ölecekleri ve hiç görmedikleri insan belki o sırada kılım kıpırdatmadan keyif sürmektedir. Bakarsınız bir başkası, bitkin, perişan, saçı sakalı birbirine karışmış kitaplıktan çıkıyor gece yansından sonra: Bunca kitabı daha iyi, daha akıllı bir insan olmak için mi karıştırdı sanırsınız? Yok canım sen de! Ya ölecek o kitaplıkta ya öğretecek yarınki kuşaklara Platus'un dizelerini hangi düzenle kurduğunu ve falan Latince sözcüğün nasıl yazılması gerektiğini. Kim seve seve feda etmiyor sağlığını, canını şan şeref için? Oysa kalp bir paradan başka nedir ki şan şeref? Kendi ölümümüzden korkmakla yetinemeyiz; karılarımızın, çocuklarımızın, adamlarımızın ölümünden de korkmak zorundayız. Kendi işlerimizden çektiğimiz sıkıntı yetmiyormuş gibi komşularımızın, dostlarımızın işleriyle de dertlere sokar, bunaltırız kendimizi.
Vah! quemquamne hominem in animum instituere, aut Parare, quod sit charius quam ipse est sibi? (Terentius) Vah, vah! Nasıl olur da insan bir şeyi
Kendinden daha çok sevmeye kalkar? 


(Kitap 1. bölüm 39) 

Montaigne - Yalnızlık

DIRDIRCILAR M ı zm ı z, d ı rd ı rc ı insanlar ı hiç sevmem; bu adamlar ya ş aman ı n sevinçlerine yan çizer, dert...